Öcalan olunca zor, Öcalan olmayınca imkansız

15.12.2025 medyascope.tv

15 Aralık 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar ve iyi sabahlar. Türkiye'de çözüm süreci sanki bir duraklama dönemine girdi. İşin içerisinde bir Suriye boyutu var. Ne olacağı belli değil. Meclis komisyonu rapor hazırlıyor. O rapordan sonra Meclis birtakım yasal düzenlemelere gidecek derken bir askı hâlinde duruyoruz. Fakat çok büyük bir panik havası yok. Özellikle Kürt hareketi cenahına baktığımızda işler yolunda gitmiyor havası gözlemiyorum. Örneğin perşembe akşamı örgütün yaşayan beş kurucusundan Duran Kalkan'la yapılmış bir röportajı gördüm. Yurt dışında Kürt medyası tarafından yayımlanmış bayağı uzun bir röportaj. Orada Duran Kalkan ilginç şeyler söylüyor. Ama bu söyledikleri daha önce örneklerini çok gördüğümüz gibi aba altından sopa gösterme olarak kesinlikle tarif edilemeyecek şeyler. Mesela Bahçeli'nin ‘‘Ok yaydan çıktı, gemiler yakıldı’’ sözlerine benzer bir şekilde ‘‘Artık geriye dönüş kesinlikle söz konusu değil’’ diyor. ‘‘Fakat ileride ne olacağını bilmiyoruz’’ diyor. Bir merak var. Endişeden çok bir merak var ve olabildiğince dikkatli bir dil var. Ama iş dönüp dolaşıp Öcalan'da toplanıyor.
Öcalan'la ilgili olarak da en son İmralı'ya Meclis’ten bir heyetin gitmesi ve o heyetin sonuçta dönüşte bir rapor hazırlaması ama o raporun dışında bir raporun Meclis’te komisyonda okunması meselesi var. Buna DEM Partililer de çok itiraz ettiler, biliyorsunuz. Aynı şekilde Duran Kalkan da bundan rahatsızlığını dile getiriyor. İzleyenler varsa cumartesi gecesi yaptığımız Remzi Kartal, ki hareketin Avrupa'daki en önemli isimlerinden birisi, o da aynı şeyi söylemişti. Aynı şeyden şikâyet etmişti. Yaptığı açıklamanın olduğu gibi yansıtılmamasından şikâyet etmişlerdi. Şu anda Kürt tarafının en önemli şikâyeti bu. Öcalan'ın sözlerinin kamuoyuna iletilmesi beklentisi var. İş oraya kilitlenmiş durumda.
Ama iktidar, devlet bundan ürküyor. Bunu gördük. Şu hâliyle baktığımız zaman biliyoruz ki bir yılı aşkın süredir bu süreç Öcalan'la devletin ilgili kurumları arasında yürütülüyor. Öcalan'la konuşuluyor, tartışılıyor ve gerekirse Öcalan dışarıdan birileriyle, partililerle ya da değişik kesimden insanlarla kimi zaman yanında, kimi zaman uzaktan bağlantı sağlanarak ya da mektup yazmasına, almasına izin verilerek bir temas yürütüldü ve bunun merkezinde Öcalan var. Çünkü devlet de çok iyi biliyor ki bu harekete bir şeyleri söyleyebilecek, talimat verebilecek yegâne isim Öcalan ve onu değerlendirmek istiyor. Fakat aynı Öcalan'ın kamuoyundaki algısı nedeniyle, imajı nedeniyle bunu çok da fazla öne çıkartmak istemiyor. Kamuoyu derken tabii ki kamuoyunda Kürtlerin önemli bir bölümü Öcalan'a antipatik olarak bakmıyor, onu antipatik birisi olarak görmüyor. Ama Kürt olmayan kamuoyunda Öcalan'ın hiç de iyi bir imajı olmadığını biliyoruz. Bu zaten yıllar boyunca inşa edildi. ‘‘Bebek katili, bölücü başı’’ vesaire gibi sıfatlarla gitti ve Öcalan'a yönelik bir nefret var. Bunu kabul etmek lazım. Ama bir diğer yandan da kamuoyunun önemli bir bölümünün nefret ettiği bir kişiyle bu işi yürütmek gerekiyor. Böyle bir yerde iş kilitlenip duruyor.
Bu nasıl aşılacak? Aşılabilecek mi? Öcalan istiyor ki sürekli konuşayım. Sürekli birilerine mesaj ileteyim. Meclis komisyonu da gelsin. Bütün partilerden insanlar da gelsin. Akademisyenler gelsin. Gazeteciler gelsin. Barzani gelsin. Mazlum Abdi gelsin. İlham Ahmed gelsin. Herkesle konuşmak istiyor Öcalan. Yanına çağırıyor ya da bir şekilde onlarla temas kurmak istiyor. Bu bireysel ilişkilerin ötesinde bir de genel olarak seslenmek istiyor kamuoyuna. Devlet bunu kısmen mümkün kıldı. Nasıl kıldı? Öcalan Türkiye'de ve dünyanın değişik yerlerinde Kürt hareketinin düzenlediği toplantılara, en son İstanbul'da DEM Parti'nin düzenlediği Uluslararası Barış ve Demokrasi Konferansı’na mesela, ama bu arada Almanya'da ya da başka Avrupa ülkelerinde düzenlenen konferanslara mesajlar yolluyor. Bu imkân sağlanıyor kendisine. Yani Kürtlere, Kürtlerin düzenlediği organizasyonlarda sesinin duyulmasına izin veriliyor. Ama Türkiye'ye yönelik olarak bu konuda devlet hâlâ çok ürküyor. Eğer komisyonda, ki yapılan İmralı'ya gitme oylamasında, CHP diyelim ki çekimser kalıp ama bununla birlikte heyete bir temsilcisini vermiş olsaydı işin rengi belki değişirdi. O zaman bir şekilde CHP'nin de olduğu bir heyetin faaliyetlerini kamuoyuna daha rahat bir şekilde açabilirlerdi. Ama şimdi CHP dışarıda kalınca AK Parti, MHP ve DEM Parti'nin yaptığı bir çalışmayı olduğu gibi aktarmak belli ki Erdoğan'a riskli geldi ve frene bastı. Ama bu böyle sürebilecek bir şey değil.
Şu hâliyle olay dönüp dolaşıp, başlığa da çıkarttığım gibi, Öcalan'ın merkezi bir rol oynaması ve kamuoyuna doğrudan mesajlar vermesi çok zor. İktidarı özellikle zorlayan bir şey ama onun olmaması hâlinde süreç diye bir şey kalmaz. Öcalan kaba tabiriyle "küstüm oynamıyorum" dese iş biter. Dolayısıyla buna bir formül bulunabilmesi gerekiyor. Bu formülün ilk akla gelen kestirme yolu CHP'nin de Öcalan hakkındaki rezervlerinden vazgeçmesi. Nitekim Duran Kalkan'ın röportajında da onu bayağı bir görüyoruz. Diyor ki, ‘‘Özgür Özel dedi ki, ‘biz Kürt halkı ne derse onu yapacağız’ dedi. Ama Kürtler ‘Öcalan'ı muhatap al’ diyor. Neden almıyorsun?’’ diye Özgür Özel'e yönelik mesaj yolluyor. Bunu özellikle vurgulamak lazım.
Öcalan'ın aktörlüğünün tanındığını biliyoruz. Bu meşruiyetin verildiğini de biliyoruz. Meclis komisyonundan bir heyetin gitmesi bunu iyice taçlandırdı. Zaten Bahçeli her vesileyle "kurucu önder" diyerek ona bir meşruiyet veriyor. Ama bunun artık, öyle bir eşikteyiz, alenileşmesi, kamuoyuna da bu meşruiyetin aleni bir şekilde sunulması. Ve kim tarafından? Tabii ki Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sunulması gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan şu ana kadar Öcalan adını anmadı benim gördüğüm kadarıyla. Çok zorlandığı zaman "İmralı" diye bir iki kere demiş olabilir. Yok hükmünde birisinden bahsediyormuş gibi davranıyor Erdoğan. Bahçeli sürekli olarak bahsederken Erdoğan sürekli olarak adını anmamaya çalışıyor. Bu ama artık çok sürdürülebilir bir politika olmaktan çıktı ve yakında bir şekilde Öcalan'ın meşruiyetinin alenileşmesine tanık olmamız pekâlâ beklenmeli. Aksi takdirde zaten ağır giden süreç iyice ağırlaşabilir. Evet, zor bir karar özellikle Erdoğan için. Bahçeli bu konuda daha rahat. Erdoğan Öcalan'a verdiği meşruiyeti aleni bir şekilde dile getirecek mi, göreceğiz.
Peki, bugünün ithafı kime? Vedat Türkali'ye. Vedat Türkali görüyorsunuz, yumruğu sıkılı. 97 yaşında, 2016'da hayatını kaybetti. Bir komünist olarak veda etti dünyaya. Hep öyleydi. Yıllarca cezaevinde yattı. Romanları var, senaryoları var, şairliği de var. Özellikle ilk yıllarda senaryolarını başka isimlerle yazmış. Gerçek adı zaten Vedat Türkali değil, Abdülkadir yanılmıyorsam. Evet, Abdülkadir Pirhasan ama Vedat Türkali olarak biliyoruz. Onu tabii ki en çok ‘‘Bir Gün Tek Başına’’ romanıyla biliyoruz. ‘‘Mavi Karanlık’’ var. O da bir roman olarak. ‘‘Yeşilçam Dedikleri Türkiye’’ daha sonraki bir romanı. Ama benim için her zaman o ‘‘Bir Gün Tek Başına’’ ve ‘‘Mavi Karanlık’’la beraber. Oyunları da var, senaryoları da var, şiirleri de var ama her zaman olduğu gibi bir mücadeleci kimliği var. Bu 1 Mayıs gösterisinden olsa gerek. Daha o zaman gençlik yılları, 70'li yıllar olsa gerek. Gençlik değilse de daha orta yaş zamanları. Ve tabii ki Yaşar Kemal'le birlikte bir döneme damgasını vurmuş isimlerden birisi. Ve onu bir de tabii kızı Deniz Türkali ve oğlu Barış Pirhasan'la da biliyoruz. Vedat Türkali okumaktan yorulmayacağınız bir yazar olarak bu dünyaya geldi ve bu dünyadan gitti. Evet, Vedat Türkali'yi saygıyla anıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
21.12.2025 Habertürk’ün faturası kadınlara kesiliyor
20.12.2025 Süleyman Soylu’nun suçu ne?
18.12.2025 Dindar nesil diye diye…
17.12.2025 Habertürk’ün laneti sürüyor
16.12.2025 Bondi Plajı kahramanı Ahmed el Ahmed bize ne söylüyor?
15.12.2025 Öcalan olunca zor, Öcalan olmayınca imkansız
14.12.2025 “Meşe”den sonra “İlke”den de oldum, gizli tanıksız kaldım!
14.12.2025 19 Mart sonrası seçmen tercihleri nasıl değişti? İzmir örneği: Dr. Serkan Turgut ile söyleşi
14.12.2025 Mehmet Akif Ersoy’un yalnızlığı
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı